Cafer Kayacan 1904 yılında Bolvadin’in Hacıhalife Mahallesi’nde dünyaya geliyor. İnşaat ustası olan babasının adı Mehmet’tir. Mehmet’in üç erkek kardeşi daha var. Bunların üçü de savaşa gidiyorlar, birisi şehit oluyor, ikisi de gazi olarak geri dönüyorlar. Marangozluk, inşaat ustalığı, sıvacılık yapmıştır.
Cafer Usta; zayıf, ince, uzun boylu birisi idi. Başına devamlı kasket giyerdi. Gözüaçık, cesur, çalışkan, hamaset sahibi idi.
Komple bir inşaat ustası olup, elinden her iş gelirdi. Yürürken ve çalışırken çok hızlı hareket ettiğinden dolayı, toplum ona “uçak” anlamına gelen “Teyyare Usta” lakabını taktı. Zamanla, adının yerine lakabı çok kullanılmaya başlandı. Kendinden sonra çocukları da aynı lakapla anılır oldu. Tetik ve telâşeli iş yapardı.
İşinin içine hile sokmaz, her işte kendi işi gibi çalışır, biran önce bitirmek isterdi. Ekmek teknesi olan keseri, onun silahı gibiydi. Keserini hiç yanından ayırmaz, Sol kolunun dirsek kısmına gelen tarafa keseri sıkıştırır, elini de bağrına basar, iş bitiminde evine getirir, sabah tekrar götürürdü. Kesinlikle yemin ve küfür bilmez, bazen kızdığı zaman: “Tövbeler tövbesi olsun!” derdi. İnsan-ı kâmil idi. Kibir gurur bilmezdi. Muhteris değildi, hiçbir zaman çok kazanma hırsı içerisinde olmadı. Günlük haline devamlı şükrederdi. En kötü alışkanlığı sigara idi. Günde iki paket sigara içerdi. Kendisi sigara içtiği halde, çocuklarına, torunlarına sigaranın zararlarını anlatırdı. Bu yüzden çocukları ve torunları sigaranın yanına dahi yaklaşmadılar.
Beş oğlan, iki kız; yedi kardeştirler. Ağabeyleri; Kamil, Şükrü, İsa, Ali Osman da marangozluk ve inşaat işleriyle uğraşmışlardır. Evlerinin iki ev ötesinde “Cafer Dede Türbesi” var. Bu mahallede bulunanların bazı ailelerinde “Cafer” ismi vardır. Babası buna bu mübarek kişinin ismini verir. 1975 yılında hac farizasını yerine getirir.
İNŞAAT İŞLERİ Bolvadin’de bundan altmış-yetmiş sene önce, binalar tek katlı ve nadiren iki katlı olarak yapılırdı. Harç olarak genellikle çamur kullanılırdı. Damlar düz toprak dam olup, akmaması için çorakla sıkıştırılırdı. Bazı varlıklı ailelerin ve resmi dairelerin damları çatılı olup, İtalya’nın Marsilya Bölgesi’nden deniz yoluyla getirtilen kiremitler, çatı üzerindeki dama döşenirdi. Bu yüzden eski adamlar kiremide “marsilya” derdi. Taştan yapılan temellerin “subasman” denilen yüksekliği bittikten sonra, ahşap işine başlanırdı. Kalın ağaçtan dikilen direklerin arası, çaprazlamasına ince ağaçlar çakılır, bu ağaçların araları da tuğla ile kapatılırdı. Bir deprem olduğu zaman bu çapraz çakılan ağaçlar sallanır fakat yıkılmazdı. Bir de kerpiçten yapılan yığma evler vardı. Duvar kalınlığı neredeyse yarım metreye yakın olurdu. Bu tür duvarlar, hem yıkılmaz hem de kışın sıcak, yazın serin tutardı. Evlerin tavan kısmına direkler döşenir, onun üzerine hasır çakılıp kamışla kapatılırdı. Kamışın üzeri ise çamurla kapatılırdı.
Evin odalarında; mutlaka ahşaptan yüklük, yüklüğün altına gusülhane, çiçeklik yapılır, aynı zamanda ocak ihmal edilmezdi. Tefçiler, Karacaustalar (Kalay), Aynacılar, inşaat işlerinde önde gelen ailelerdi. Bunlar ekip halinde çalışır, bir evi temelden tavana kadar yapar bitirirlerdi. İçinin marangozluk işlerini kışın yaparlardı. Bu günkü tabirle “anahtar teslimi” dediğimiz şekilde bitirir teslim ederlerdi.
HAYATA ATILIŞ Cafer Kayacan’ın babası ve dört ağabeysi inşaat işleri yapıyorlar. Bazen Bolvadin dışına gidip iki ay gelmiyorlar. Erkek kardeşlerin en küçükleri Cafer Kayacan…
Ağabeylerinin hepsi de o gün için tahsil görmüşler. Bir büyüğü Ali Osman Rüştiyede okumuş, aynı zamanda yarım hafız olan bir kişi…Cafer’i okula göndermezler, okul çağında iken ağabeylerinin yanında çalışmaya başlayarak hayata hazırlanır. Ağabeysi Ali Osman, Cafer’e dersler vererek onun okuma ve yazma öğrenmesini sağlar. Daha ilkokul yaşlarında hayatın yükünü omuzlayan Cafer, askerlik vaktine kadar esnaflığın ve ustalığın bütün özelliklerini öğrenir, hayata hazırlanır, pişer.
Cafer Ağa’mın bu özelliklerini yazarken aklıma bugünkü gençlik geldi. Son yıllarda delikanlılarda gördüğüm tek şey: kısa paçalı dar pantolonun altına çorapsız ayakkabı giyip, sakalını Hacivat gibi kesen; ellerinde Osmanlı Tuğralı yüzük ve parlak tesbih görüntüleriyle poz verip, bunu internetteki sayfasına koyan; hiç bir yerde çalışmayıp bir halt yemeyen bilgisiz tembel tipler…
Kızlarda ise durum daha da içler acısı: Başında eşarp, altında tayt, kulağında beyaz kablolu kulaklık takılı, elinde oynadığı telefonla önünü ve dünyayı göremeyen, ev işi el işi nedir bilmeyen, şımarık, konuşurken ağzını geverek konuştuğu için ne dediği anlaşılmayan; ülke, ekonomi ve aile sorunlarından habersiz; büyüğe-küçüğe saygısı sevgisi olmayan zavallılar…
KURA ÇEKMEK Askerliği İstanbul’a çıkan Teyyare Usta, vatani vazifesini yerine getirdikten sonra memleketine döner ve dünya evine girer. İlk çocuğunu kucağına almanın heyecanını yaşamaktadır. Çocuğu dünyaya gelir fakat kısa bir süre sonra ölür. Daha sonra dünyaya gelen beş çocuğu da bir müddet sonra ölürler. Hanımı ve kendisi, ölen çocuklarının arkasından çok üzülmektedirler ve elem içerisindedirler. Yedinci çocukları dünyaya gelince yaşaması için çok ümitlenirler fakat o çocuk da sekiz aylıkken ölünce, büyük bir karamsarlık içerisine girerler. 1940 yılının bahar ayları…Teyyare Usta, erkenden inşaattaki işine gider. Yer: Bekirağa Mahallesi…İnşaat yapılan ev: Badinik’in (Mevlüt Terzier) evi… Diğer usta ve amelelerle işlerine başlarlar. Evin tavan direklerini döşeyip hasırı çakarlar. Öğlen ezanı okununca işi bırakıp ellerini yıkarlar ve inşaat evinin bir odasına oturup yemeğin gelmesini beklerler. Mevlüt Ağa biraz sonra kucağına bastığı koca bir hevikle gelir. Hevikte keşkek vardır. Heviği gören ustaların amelelerin gözleri parlar. Bir tepsi üzerine döktükleri yarı etli, gongurdak biberiyle pişmiş olan keşkeğe çalarlar kaşığı… Doyan “Elhamdülillah!” diyerek kenara çekilir ve sigarasını yakar.
Karınlarının doymasının verdiği keyifle bir oyun oynamaya karar verirler. Oradan birisi: “Bir kura atalım, kimin karısı önce ölecekse ona çıksın.” der, herkes kabul eder. Bir kura atarlar, kura Teyyare Usta’ya çıkar. Bu kabul etmez ve tekrar atılmasını ister. İkinci atılan kura da Teyyare Usta’ya çıkar. Teyyare Usta’nın morali bozulur gene kabul etmez. “Erenler üç.” diyerek tekrar kura atmak isterler fakat gene kuraya girmek istemez, zorla sokarlar. Üçüncü kurada da gene buna çıkınca kızar ve istirahat saati dolmadan işinin başına döner. Akşama doğru işi paydos ederler ve herkes evine gider.
Ertesi gün sabah, ustalar ve ameleler inşaata gelirler ve işlerine başlarlar. Aradan iki saat geçmiştir fakat Teyyare Usta işe gelmemiştir. Abdil Usta (Çelik) Külcünün Hasan (Burun) Usta’ya “Git şunun evine bak gel! Hasta-sökel olur!” der. Külcünün Hasan gider ve biraz sonra heyecanlı bir şekilde gelerek: “Teyyare Usta’nın garı ölmüş!” deyince hepsi iş önlüklerini çıkartıp cenaze evine koşarlar. Teyyare Usta üzgün bir şekilde ev kapılarının önüne yere çökmüş, sırtını duvara dayamış, bağrını güneşe vermiş, elinde sigarası, düşünceli bir şekilde oturuyor. Bunlar yanına gelince kafasını sallayarak: “Gördünüz mü ettiğinizi!... Garı gitti!” der. O gün öğleyin cenaze defnedilir.
Aradan bir süre geçer, Cafer Ağa’nın üzüntüsü henüz bitmemiştir. Komşuları Şaban Ali’si (Akşahin) var. Şaban Ali’si Yemen’de Aden’de Arabistan’da savaşmış, iki sene İngilizlere esir düşmüş, on bir sene askerlik yapmış bir gazi…
Buna: “Oğlum, bu böyle gitmez, seni everelim.” der. Cafer Ağa kabul edince, Şaban Ali’si bunun temizliğini, dürüstlüğünü, çalışkanlığını bildiği için kızını verir. Bu hanımından üç oğlu, iki de kızı olur. Oğullarından Mehmet, maden mühendisi olup, iki dönem Bolvadin Belediye Başkanlığı yapmıştır. İkinci oğlu Ramazan, marangozluk mesleğini seçmiş ve emekli olmuştur. Üçüncü oğlu Ali ise hafız olup, din görevlisi olarak çalışmaktadır.
YUMURTA Önceleri zanaat çeşitleri çoktu. Çocuğunu okutma fikri çok kişide de yoktu. İlkokulu bitiren çocuğa iyi bir sanat dalı aranır ve oraya verilirdi. Çırak olarak giren çocuk, sonra kalfa, sonra da usta olurdu. “Eti senin kemiği benim” diye bir sanatkâra verilen çocuk, ustasına babasından daha çok itaat eder, her türlü zorluğa göğüs gerer, en sonunda da altın bileziği koluna takardı. Ustalığı öğrenen delikanlı, askerlik dönüşü kendi işini kurardı. Günümüzde teknolojinin ilerlemesi sonucu, pek çok esnaf çeşidi yok oldu gitti.
Yıl 1969… Teyyare Usta, Dortlunun Mehmet’in evini yapıyor. Ameleler ise Memidikler’in Abdullah Yaman ve İsmet Kalkan…Duvarları bitirmişler sıra çatıya gelmiş. Ameleler aşağıda çalışırken, Teyyare Usta da çatıyı çakıyor. Abdullah Yaman, yanındaki İsmet arkadaşıyla muhabbet ederken ona: “Biz çalışıyoruz, paranın çoğunu usta alıyor!” diye şikayette bulunur. Çatının tepesinde bulunan Teyyare Usta bu lafı duyar ve amelesine bir ders vermek ister. Cebinden bir lira çıkartır ve aşağıya atarak Abdullah’a, bakkaldan iki yumurta getirmesini söyler. Abdullah bakkaldan iki yumurta alır ve çatıya çıkıp yumurtaları ustasına verir. Ustası, yumurtanın birisini Abdullah’a vererek, çatının üzerindeki dik kısma bunu koymasını söyler. Abdullah şaşkın bir şekilde yumurtayı koyar fakat yumurta üstünde durmaz. Yumurtayı ustasının elinden alır ve biraz harç koyup yumurtayı üzerine koyar, yumurta düşmez. Abdullah’a: “Gördün mü aslan Abdıllam, ustalar parayı bunun için çok alıyor.” diyerek, kalp kırmadan amelesine ders vermiş olur. Amele ustasını sollamazsa sanat ölür, hatalı sollarsa amele ölür.
HAYIR VE HASENÂT İnsan, kendi için istediği bir şeyi, başkaları için de istemelidir. Yolda-darda kalana yardımcı olunmalıdır. Cafer Usta’nın kendisine görev bildiği hasletlerden birisi de, zorda olanın yardımına koşmasıdır. İhtiyaçlı bir kişinin evi göçerse, ücretsiz tamirini yapıverir. Kendisi ihtiyaçlı olduğu halde, yaptığı iş için ücret almaz. Çalışmayı, üretmeyi çok sever. Çocuklarını da bu şekilde yetiştirir. Çocukları küçükken, aileye yük olmamak için her işte çalışırlar. Kiremit ocağına giderler, otobüslerde kaymaklı şeker satarlar. Yaz günleri anneleri bunları erkenden kaldırır, abdestlerini alırlar, İmaret Camisi’nde sabah namazını kıldıktan sonra Simitçi Hüsnü Sezen’in fırına gidip simit alır satarlar. Çocuklarının şimdiye kadar, kaza namazları yok denecek kadar azdır. Büyük oğlu Mehmet, gençlik yıllarında Bolvadinspor’da top koşturmuş olup iyi bir futbolcuydu. Spor alanında “Teyyare” lakabıyla anılırdı. Babası ise bunun top oynamasına pek hoş bakmaz. Kimsenin teşviği olmadan çalışmış ve mühendis olmuştur.
Ölümünden iki sene öncesine kadar çalışan Teyyare Ustada, kesinlikle çok para kazanma hırsı yoktur. Tamaha dalmaz, hırsa kapılmaz. Çok kazanma hırsı olanların sonunun ne olduğunu bilir. Olana “Bereket versin.” der. Bir karınca, yere dökülen baldan birazcık yer ve gider. Tadı hoştur. Geri döner daha çok yemek için içine girer fakat ayakları bala yapışınca debelenerek ölür. İşte, dünya hayatı bu bal gibidir. Kim yetecek kadar alırsa kurtulur. Kim de içine dalarsa sonu karınca gibi olur.
Yıl 1965… İmam-hatip okulu pek çok ilde ve ilçede yok. Kitapçı Süreyya Neslioğlu Okul yapmak ister ve dernek kurarak bunu da yönetime alır. Bu da gece gündüz bu okulun yapımı için çalışır, etraftan hayır toplar. Bu yapılanlar yarın önüne gelecektir.
DOĞUM VE ÖLÜM Yaratılışımızdan beri, Türk Milleti olarak devamlı mazlumun, yoksulun, kimsesizin yanında yer almışız. Savaşlar sonrası yoksul düşen halk, ümitsizliğe kapılmamıştır. Kıtlıktan, doğal afetlerden gelen yıkımlardan sonra birbirimize kenetlenmiş, destek olmuşuz. Yoklukta ve varlıkta devamlı tevekkül etmiş ve şükretmişiz. Komşu haklarına riayet etmiş, birbirimizi korumuş gözetmişiz.
Cafer Usta’nın en önemli meziyetlerinden birisi de, ihtiyaçlının yanında bulunması ve hayır işlerinde koşturmasıdır. Çevresine, devamlı bu dünyanın boş olduğunu söyler, sonunda ölüm olduğunu belirtir. Hayvanların her şeyinin işe yaradığını belirtirken; insanın ölüsünün bir işe yaramadığını, sadece yaptığı güzel işler ve iyiliklerle anılacağını söyler. Mezara girdiğimizde maddi ve manevi olarak başımıza gelecekleri unutmamamız gerektiğini belirtir.
Öldükten sonra yaklaşık 30 dakika içerisinde vücutta refleks diye bir şey kalmıyor. Gevşeyen kaslar dolayısıyla ağız ve göz kapakları açık kalıyor. Boşaltım sistemi tamamen gevşiyor, idrar akıntısı oluşuyor. Ölümün gerçekleşmesinden 24 saat sonra vücut çürümeye başlıyor. İlk çürüyen organlar ise; göz, beyin, mide ve bağırsaklar… En geç çürüyen kısımlar ise; kalp, mesane, böbrek... İlk çürüyen yer olan mide ve bağırsaklarda bakteriler yoğun çalıştıkları için, hızla gaz ortaya çıkıyor. Bu gaz, karın bölgesinin şişmesine sebep oluyor. Derinin üstü yanık gibi su toplarken, siyaha dönmeye başlıyor. Günden güne şişen karın patlıyor ve göğüs çöküyor. Bu olay mezar üstünden duyulabilecek kadar sesli olabiliyor. Ortalama dört yıl sonra, insan tamamen kemik haline dönüşüyor. Güzelliğin, yakışıklılığın, zenginliğin, kibrin, malın mülkün, makamın mevkiin nerede? Mallarınızdan tasadduk edin. Hayır konuşun, hayır yapın. Zîra elimizle yaptığımız amellerden başka bir şey kalmayacak. Ne kadar bakımlı olursan ol, seni en son imam yıkar. Ne kadar borçlu olursan ol, musalla taşında iken hakkını helal eder insan. Çünkü ölüler masum görünür çoğu zaman. Dünyada temiz çıktı diye, ahirette aklanmaz insan.
Ey bizleri ve bütün yaratılmışları yoktan var eden, varlığından sevgisinden ve rahmetinden haberdar eden yüce Rabbimiz!.. Hakkıyla ifade etmekten âciz kaldığımız; hamdimizi, senâmızı, şükrümüzü, duamızı sana havale ediyoruz.
EL MEVT-ÜL HAKKUN Ölüm yokluk değil, hiçlik hiç değil. / Şu fâni dünyadan terhistir ölüm. / Kara toprak olup mahvolmak değil. / Maksuda kavuşmak vaktidir ölüm. 11 Mayıs 1982 Salı…Cafer Kayacan 78 yaşında iken “ölüm haktır” kuralına uyarak bu dünyadan ayrılır. Allah Gani Gani Rahmet Eylesin…Ruhuna Fatiha...
Kaynak:24eylül.com
Hiç yorum yok:
Write comments